Ev arıyoruz. Taşınmamız lazım, ev sahibi, en eski mazeretlerden birini sürüverdi önümüze. “Almanya’dan oğlum geliyor.” dedi. Yok artık! Şaka mı? Almanya’dan dönen mi var, oğlu mu vardı ev sahibinin! Çıkmazsak çıkmazdık, ama zaten daha büyük bir eve geçmek gerekiyordu. Uzatmadık, başladık ev aramaya.
İki oda, bir büyük salon evler görüyoruz. Üç oda dediklerinin güya üçüncü odası pek bir şeye benzemiyor, kısa zamanda çıktı ortaya. Emlakçılarla ben görüşüyorum, eşimin işi var hep, gerçi benim de işim var ama… Ben tüm ayarlamaları yapıyorum, evleri buluyorum, o son anda görmeye geliyor. Tek başıma gidip göremiyorum evleri, yanımda olsun istiyorum. Birkaç kadın emlakçı ile denk geldik, yalnız gittim, diğerlerine eşimi bekliyorum.
Bir eve giriyoruz. Hımm büyükmüş salonu, iki de ağaç görüyor salon camı, fena değil, şanslıyız. Caddeden uzak da sayılır, ama o da ne, duvardaki küf?
-Depreme dayanıklı mı bu ev?
-Tabi tabi, burası deprem bölgesi değil zaten.
-İstanbul olduğu gibi deprem bölgesi ki.
Ters ters bakışıyoruz emlakçı ile. Ev nem kokuyor, küf kokuyor. Olmuyor.
Bir ev daha göreceğiz. O da giriş üstüymüş, ama gidince ortaya çıkıyor, girişin altındayız. Yani üst derken altı kast etmiş emlakçı da aslında. Odalar küçük, mutfak apartman boşluğuna bakıyor, bir karanlık renk, kasvet basıyor içimize…
Günler günler geçiyor bu şekilde. Kirayı bugün şunu diyen, ertesi gün başka bir şey diyor. “E ne oldu, bir gün içinde?” “Malum…” diyorlar, “Piyasalar oynak.” (Bizim bütçe sabit ama).
Bir ev görüyorum bir emlak sitesinde, emlakçı da kadınmış, hemen randevu alıyorum. Cici bir ev, büyücek salonu baştan sona cam: “Oh amma da silinir bu camlar!”
Arka bahçeye bakan minik de bir balkonu var, güzel güzel…
-Mutfak? Mutfak nerede?
-Hemen şurası.
Mutfak karanlık ama dolapları yenilemişler, beyaz beyaz parlıyor her yer mutfakta. O ana dek yaptığımı hiç fark etmediğim bir şeyi yapıyorum. Mutfak tezgâhına yöneliyorum, lavabonun başına duruyorum ve düşünüyorum:
Ben buraya oldum mu?
Lavabo ile ben birbirimize yakıştık mı?
Ben bu lavabonun başında kendimi görüyor muyum?
Renklerimiz uydu mu, sırıtmadık değil mi?
Bir gülme geliyor. Gezdiğimiz tüm evlerde aynısını yapıyorum ben, o an anlıyorum. Her evin mutfağına gidip tezgâhın başında durup düşünüyorum. Olmayan evler aslında bu yüzden olmuyor. Lavabolar küçük, eviyeler küçük. Ben bulaşıkları nereye koyacağım? Ispanakları nasıl yıkayacağım? Bu lavabo güzel, kocaman ve derin de. Emlakçı kadın arkamda bitiyor, “Mutfak şahane.” diyor. “Lavabo da güzel.” Anlıyoruz birbirimizi, gülümsüyoruz. Benliğimizde mutfak tezgâhı, hayatımızı belirliyor lavabolar. Mutfak tezgâhı başında, mutfak tezgâhından konuşan iki kadın kadar birbirini hızla anlayan yok sanki şu dünyada.
Akşam eşim de geliyor evi görmeye, bakıyor etrafa, “Güzelmiş.” diyor. Dikkat ediyorum mutfağa girmiyor bile.
Lavabo uğruna evi tutuyoruz.
Büyük camlar, yeni mutfak, derin tezgâh, ev içinde yaşarken işimi en çok kolaylaştıran ne varsa sıraya girmiş aklımdan geçiyor ev ararken, oysa her biriyle tek tek kavga ediyorum yıllardır. Görünmeyen emek, ev içi paylaşım, ev işlerinin cinsiyetsizleştirilmesi üzerine düşünüp konuştuğum, kendimle de de kavgalar verdiğim, ama pratikte hiç de çabucak aşamadığım meseleler pıt diye yeni mutfak tezgâhının önünde gelip buluyor beni, hepsi, her şey pırıl pırıl.
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
“Benliğimde Mutfak Tezgâhı&rdquo için 1 yorum