2000+

Survivor: Hayatta Kalan

Yüksek lisans tezi yazıyorum, yaş olmuş 33. Evden çeviri yaparak, telifli yazı yazarak çalışıyorum. Neyse ki kira vermiyorum ama faturalar ve geçinmek için gene de iş kovalamak zorundayım. Bir yandan da tezimi bitirmek istiyorum. İstanbul’daki “sürünme” halinden bıkmışım, gerekmedikçe dışarı çıkmıyorum. Bana yakın oturan, sık sık buluşabileceğim arkadaşım da yok. Olsa da buluşulmuyor, herkes kendi aleminde. Başka şehirde yaşayan annemle gün aşırı telefon konuşmalarımız kısa, düz. “İyiyim, çalışıyorum, her şey yolunda.” Kendimi yalnız, bezgin ve yorgun hissettiğimi ona söyleyesim geliyor bazen, tutuyorum kendimi. Üzülecek ve benim seçimlerimi sorgulayacak çünkü, biliyorum: İyi bir şirkette, iyi bir maaşa çalışma fırsatını teptim, evlenmiyorum, yalnız yaşıyorum.

O aralar bana kendimi en iyi hissettiren şey, akşamları karşı komşularıma oturmaya gitmek. En gençleri benden 10 yaş büyük üç kadın ve 90 yaşına merdiven dayamış yaşlı anneleri birlikte yaşıyorlar. Üç de kedileri var. Yaşlı teyze Türkçeyi ağır bir aksanla konuşuyor. Ben Rum sanıyordum onu. Meğer evlenmeden önce Yunanistan’da yaşıyormuş. 1940’larda bir Türkiye ziyareti sırasında Kayseri’de yaşayan Ermeni eşiyle tanışıp evlenerek Yunanistan’dan buraya taşınmış. Kızlar burada doğup büyümüş, ama Yunanistan’daki akrabalarını olabildiğince ziyaret etmeye çalışıyorlar. Anneleriyle çoğunlukla Yunanca konuşuyorlar, teyze az ve öz konuşuyor. Evde onun sözünün kural olduğu çok bariz, sessiz otoritesi bana babaannemi hatırlatıyor.

Her gittiğimde lezzetli ikramlarla karşılaştığım ve “aile sıcaklığı” bulduğum bu eve sık sık gitmeye başlıyorum. Evde erkek olmamasının da verdiği bir rahatlıkla kuruluyorum kanepelerine. Hayatımı hiç didiklemeden kucak açıyorlar bana. İşlerim, okulum vs. ile ilgili anlattıklarımı ilgiyle dinliyorlar ama kurcalayıcı bakışları, yapışkan merakları yok. Herhangi bir yargı belirtisi veya tavsiye görünümü verilmiş “burun sokma”lar yok. Gerek büyüdüğüm evin gerekse kendi iç dünyamın aksine, son derece sakin mizaçları, yumuşacık ve yavaş tavırları var hepsinin. Espriler yapıyorum, kah kah gülüyorlar. Ha bir de, mutfakta yaşıyorlar adeta. Yemeyi seviyorlar. Evde mutlaka yemek, hamur işi, tatlı bulunuyor. Evde pişirince ev kokuyor diye bazen dışardan balık söylüyorlar, ben de mutlaka davetli oluyorum. Teyze, tabağıma yemek koyan kızlarına “Etinden bol koy!” diyor Yunanca. Hatta yılbaşında bezginlikten program yapmıyorum, yeni yıla hep beraber onların evinde giriyoruz. Ne ilginç, üstüme ekstra düştükleri yok aslında ama evin şımartılan küçük kızı gibi hissediyorum kendimi: Seviliyorum ve güvendeyim. Ilık bir ırmağa kendimi korkmadan bırakmışım sanki.[i]Ayfer Tunç’un Yeşil Peri Gecesi romanında anlatıcı, huzuru böyle bir sahne içinde tasavvur ediyordu.

O ara televizyonda Vatanım Sensin isimli dizi popüler, perşembe akşamları beraber izliyoruz. Dizide İzmir’in işgal dönemi anlatılıyor, Türkler ve Yunanlar karşı karşıya gelmiş. Diziyi Yunan komşularla izlemek epey enteresan oluyor, izlerken sürekli onları düşünüyorum; Yunanlar kötülendiğinde “Acaba üzülüyorlar mı?” diye geçiyor aklımdan. Kayıtsız görünüyorlar. Birkaç hafta üst üste diziyi hep beraber izliyoruz.

Derken yine bir perşembe akşamı geliyor. Sıcak aile ortamı ve Vatanım Sensin zamanı gelmiş, mutluyum. İçeri geçiyorum, kızların yüzlerinde tuhaf bir ifade var. Bir sorun var ama ne, anlamıyorum. Ben kanepeye kuruluyorum, diziyi açıyorlar. Teyze garip bir suratla içeri gidiyor, yatıyor. İçimde kötü bir his beliriyor; bu saadet anlarının bitmesini hiç istemiyorum. Sorgusuz kabullenildiğim bu evde artık hoş karşılanmama fikri beni dehşete düşürüyor.

Ertesi günlerde öğreniyorum ki meğer başka bir kanalda Survivor’ın yeni sezonu başlamış, diziyle aynı saate denk geliyormuş ve teyze sıkı bir Survivor fanıymış. Hafta arası kızlar bunu bana mahcup bir şekilde söylüyor, ben de “O zaman siz bana gelin.” diye onları evime davet ediyorum Vatanım Sensin’i izlemek için. O hafta geliyorlar ama kalabalık bir aileye göre dizayn edilmemiş, tek kanepeli salonumda aynı ortam olmuyor. Büyü bozuluyor. Kendi evimde evin küçük kızı olamıyorum. Onlar da çok rahat edemediler demek ki, zira bir sonraki hafta gelmiyorlar. Bir daha Vatanım Sensin keyfi yapamıyoruz, ama elbette bazı akşamlar yine gidiyorum komşularıma. Teyze televizyonun karşısında eğlenerek, coşarak Survivor izliyor, biz elimizde telefonlar, tabletler muhabbet ediyoruz.


Creative Commons Lisansı

Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.

References
i Ayfer Tunç’un Yeşil Peri Gecesi romanında anlatıcı, huzuru böyle bir sahne içinde tasavvur ediyordu.

Survivor: Hayatta Kalan&rdquo için 2 yorum

  1. Defne Kar

    Müthiş bir yazı! Hem siyaset hem de popüler kültür hakkında çok şey söylüyor. Naçizane bir kültürel çalışmalarcı olarak çok etkilendiğimi belirtmek isterim 🙂 Çok teşekkürler yazara…

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: