Editörlerin notu: Şenlik’te temizlik dili ve edebiyatı isimli bir etiket var; bunun altında görünmez ev içi emeğe dair anılar toplanıyor. Şimdi bu emeği görünür kılmak için bir de derleme işine giriyoruz. Şenlik yazarlarına “çamaşır makinesi” deyince akıllarına geleni sorduk, hep beraber yazdık: Makineleri, çamaşır yıkayan bedenleri, kirlileri, çocukluk hallerini, tertemiz çamaşırların arkasındaki koca bir dağı, kadınları, aslında olanları… Cuma günleri çamaşır makinesi günü Şenlik’te, yazılar bitene dek. Siz de yazmak isterseniz: senlikblog@gmail.com
***
Ablamla ortak kullandığımız, ince bir koridora benzeyen dapdar odamıza veda edip hemen yan binadaki kocaman evimize taşınıyoruz. Ev gerçekten kocaman. Oh! Yerleşiyoruz yavaştan.
Eski evdeki minnacık odaya ancak sığan ranzamız yeni odamıza pek yakışmıyor bizce; bu biraz sinirimizi bozsa da ikiye ayırma sözü veriyor bizimkiler. İyi tamam, kabul!
Bu arada ev gerçekten o kadar büyük ki, bu büyüklük, kısa sürede annemin “Ben bu evi nasıl temizleyeceğim?” diye yakındığı bir ayrıntıya dönüşüyor. Mutfak desen bir evin oturma odası olacak kadar. Kocaman caddeye bakan bir balkonu var, apaydınlık. Güzel şimdi Allah için. Mutfak dolaplarına yapboz gibi yerleşecek beyaz eşyalar da geliyor. İşte şimdi eve benzedi. Buzdolabı, bulaşık makinesi ve çamaşır makinesi… Çamaşır makinesi? O zaman fark ediyorum iki banyolu bu evde çamaşır makinesinin yerinin mutfak olduğunu. “Yemek yenen yerde çamaşır mı yıkanırmış ya, ne saçma!” diyorum anneme. Ne tepki verdi hatırlamıyorum ama kesin uyuz olmuştur.
Yine de makineler boşluklara yerleşince tatlı ve tatmin eden bir düzen oluşuveriyor. Bence öyle. Zaten sonra hepimiz alışıveriyoruz bu ayrıntıya. Mutfak masasında yaptığımız kahvaltılarda sık sık “Kirliniz varsa çıkarın makineyi çalıştıracağım.” muhabbeti açılıyor. “Makine boş, çıkar pijamanı yıkayalım da tazelensin!”
Annemin keyfi yerinde. Ben odama gidiyorum.
***
İlk evlendiğimizde ufacıcık merdaneli bir çamaşır makinesi almıştım, ya da bekârlığımdan mı kalmıştı hatırlamıyorum. Zaten para yoktu. Onu kullanıyorduk. Böyle içine iki üç tane bir şey atıyorsun, sıkması falan yok, kendi elinde sıkıyorsun sonra. Şimdi İnternette gördüm çorap ve ayakkabı yıkamak için alıyorlar onu. Köylerde de aynı makineyi ayran yapmak için kullanıyorlar, içinde merdane gibi şeyi var ya onunla yoğurdu çalkalaya çalkalaya ayran yapıyorlar. Çok fonksiyonlu bir alet anlayacağın, istersen ayran yapıyorsun, istersen çorap yıkıyorsun!
İlk otomatik makineyi alana kadar bayağı bir onu kullandım. Onun yerine atsan leğene, döksen sıcak suyu, döksen “omo”yu, çiğnesen daha iyi. İlk öğrenciliğimde öyle yapardım. Elimle falan yıkamaya uğraşamazdım. Çiğnerdim çiğnerdim stres de atardım, sonra elimle şöyle bir ovalayıp asardım.
Ama bu makine anısı olmadı pek; ben oluyorum makine burada.
Bir şey daha anlatayım o zaman:
Genç kızken anneannenle kocaman çamaşır kazanları kurardık. Büyük bir ateş yakardık. O fokur fokur kaynayan su var ya, o çamaşırın beyazlığını başka yerde bulamazsın. Makine öyle beyazlatamaz. Makine halt etmiş. Çamaşırcı bir kadın vardı: “Ağzı Eğri Emine.” Ağzı biraz yana kayık olduğundan mı, çok konuştuğundan mı bilinmez böyle derlerdi. Çok güzel çamaşır yıkardı. Annem çamaşır günlerine onu getirirdi. Kazanı o kurardı, biz yakanacak çamaşırları indirirdik leğenle. Emine çamaşırları yıkardı, bahçeye ipleri gererdi, asardı, parasını alıp giderdi. Ama ablalarımla biz büyüyünce gelmedi bir daha. Gerek kalmadı demek ki ona. Biz varız ya.
Bu anıda da yine makine biz oluyoruz!!!
***
Bilgisayar ufkumuzun Uzay 1999 dizisindeki geminin kumanda odasıyla sınırlı olduğu günlerdi. Bizim banyoda da benzer bir şey vardı: Merdaneli çamaşır makinemiz. Kullanılmadığı günlerde üstünde bir örtüyle banyoda öylece beklerdi. “Şu örtüyü kaldırsak, evet o da pekâlâ bir bilgisayar olabilirdi. Merdanenin yanında bir kol, gövdenin önünde biri kırmızı biri siyah iki düğme ve onların altında aşağı yukarı hareket eden küçük bir kol daha.”
Kabul ediyorum, fazla gelişmiş bir sistem sayılmaz ama idare eder. En azından ekran gayet büyük: Merdane…
İşte bu kumanda odasında, o ekranın başında geçen saatler, mürettebatla yapılan konuşmalar, döne döne basılan o iki zavallı düğme… Benim çamaşır makinesi dünyam.
***
1980 öncesinin en hareketli dönemlerinde üniversite öğrencisiydim; boykotlar, kavgalar, çatışmalar yüzünden okula devam edemiyorduk. Dışarda kaldığımız süreci değerlendirmek adına işe girdim. Maaşa geçince annem çeyiz telaşına düştü. Daha doğrusu o zamana kadar babamın cebinden çıkan çeyiz masraflarına benim de iştirak etmemi istedi, istemek değil mecbur tuttu esasen. Bana kalsa çeyiz neyime? Kendisi hiç kullanmayacağım dizi dizi dantelleri örerken beni de beyaz eşya taksitlerine girmem konusunda sürekli zorluyordu. Gönüllü gönülsüz “Peki” dedim ve Arçelik marka merdaneli bir çamaşır makinesinin ilk taksitini ilk maaşımdan ödeyerek eve getirdik, üstünü örttük.
Zaman geçti, okul bitti, evlendim. Parasını bizzat ödeyerek aldığım makinem benimle ilkin Denizli’ye, sonra Antalya’ya geldi. Kadere bakın ki her iki evde de banyo kapısı makinenin giremeyeceği kadar dar tutulmuştu, neyse ki her ikisinde de banyonun önünde küçük bir antre vardı. Birkaç yıl hortum uzat, su doldur-boşalt, sıkarken bir kez saçını, bir kez elini merdaneye kaptır derken pes ettik. İlk otomatik, törenle eve girdi. Eski makine ıskartaya çıktı, “Satalım.” dedik. Eşim birini buldu getirdi, fiyatta anlaştık. Adam kolları sıvadı, makineyi yüklenip götürecek, benden bir çığlık yükseldi: “Satmayalım, satmayalım, ben onu ilk maaşımla almıştım, anısı var, satmayalım!” Adam yüzüme baktı, “Delidir, ne yapsa yeridir.” diye düşünmüş olacak ki, “Size iyi günler.” deyip yürüdü gitti.
***
Bebek mavisi kenarları ve hazne kapağına uyumlu, elbise gibi giydirilen tül fistolu örtüsüyle hiç kimsenin o güne kadar kullanmadığı yatak odasında dururdu bizim maviş Arçelik merdaneli. Her gün, ite kaka banyoya taşınmaya başlamıştı o günlerde, göçmenlerin geldiği yıldı. Ne yemesi içmesi biter ne de bulaşığı, çamaşırı. Her işi çok hızlı yapmak lazım gelirdi. Annem de öyle hızlı, çamaşırı sıktırırken özellikle. Annemi izleyip tutturmuştum “Ben de senin gibi yapıcam!” diye.
Banyonun bir köşesinde mermer kurna var, iki yanında da karolarla kaplanmış sekiler, diğer köşede banyo sobası. Merdaneli de girince banyoya kıpırdamaya yer yok, ancak bir kişi. Makineyi sekinin önüne çeker, çamaşır sepeti sekinin üstünde, sıkılan çamaşır sepetin içine düşer. Böylece iki eliyle de merdaneye çamaşır verebilir.
Hazneye su dolduruyor önce, deterjan ardından, iyice köpük çıkana kadar çamaşırsız çalıştırıyor. Annem solumda, kapama düğmesi sağımda kalıyor. Çamaşırları annem atıyor, makinenin sesi var, ritmi var, köpüğü var. Çok eğlenceli!
Gösteriyor önce, arada laf çakıyor, “Hadi, hadi çok işim var daha!” Heyecanlanıyorum. Önce sağ elimdeki sonra sağ, sağ el, sol el, bir an köpüklere dal, sağ el… Hop sağ el çamaşırla birlikte merdanenin arasında “Elimmm!” Bileğime gelmeden, arkamdan düğmeye uzanıp durduruyor makineyi annem.
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Isinize yarayabilecek bir vidyo olabilir diye dusundum, sevgiler: