Dokuz katlı apartmanımızın birinci katında biz oturuyorduk, en yakın arkadaşım Bensu dokuzuncu, Bensu’nun teyzesi Dido ise sekizinci kattaydı. Dido, bir kısaltma değil; Bensu’nun teyzesine taktığı isimdi. Büyük ihtimal sevdiğimiz Dido çikolatasından geliyordu bu ismi.
O yıllarda bizim evde Türk Sanat Müziği dinlenir, radyodan çalan parçalara annem ve babam kimi zaman kendilerinden geçerek eşlik ederlerdi. Tek televizyon kanalımız olan TRT’de pazar günleri klasik müziği konserlerininse bizim evde heyecan yaratan bir karşılığı olduğunu hatırlamıyorum. Dido’lar ise evde klasik müzik dinlerdi. Klasik müziği sever, dinlerken onlar da bizimkilerin sanat müziğinden aldığı müziğe benzer keyif alırlardı.
Didolar, Bensu’yu, beni ve kardeşim Arzu’yu pazarları evlerine davet ederlerdi. Klasik müziği sevdirmek ve belki de birlikte ortak bir şeyler yapmak için TRT Radyo 3’te yayınlanan klasik müzik programını hep beraber dinlerdik. Oldukça yaşlı bir kadın spiker tarafından sunulan bu radyo programına, dinleyiciler tarafından mektup gönderilerek istek yapılırdı. Yaşlı spiker tek tek bu mektupları yayında okur ve istenen klasik müzik parçalarını yayınlardı. Aklımda kalan, o yaşımda şaşırdığım, köylerden gelen klasik müzik parça istekleriydi.
Bir gün Dido’nun teklifiyle biz de programa mektup yazmaya karar verdik. Hepimizi bir heyecan sardı. Beyaz kâğıdı ve tükenmez kalemi masanın üzerine koyduk. Hangi parçayı isteyeceğimiz konusunda Dido’nun önerilerini aldık. Başladık yazmaya: Sayfanın sağ köşesine tarih, sayın spikerin adı… Her şey okulda öğrendiğimiz mektup formatında. Hangi parçayı istedik hatırlamıyorum ama mektubumuzu özenerek el yazısı ile yazdık. Sıra geldi imzalara. Evdeki herkesin ismi sırasıyla yazıldı ve tabii ki evin kedisi Nazlı Beyazlar da unutulmadı. O gün tüylerinin rengi üzerinden bir soy isim kazanan Nazlı Hanım da istek yapmıştı. Yazdığımız mektubu zarfa koyduk, ertesi gün aynı şehirdeki radyoya ulaştırılması için postaya verdik.
O hafta üç çocuk pazar gününü iple çektik. Her hafta yaptığımız gibi yayın saati başlamadan Dido’nun evinde buluştuk. Radyonun başında beklemeye başladık. Program spikerin konuşmasıyla açıldı. Mektuplar sırayla okunmaya, istekler çalınmaya başladı. Klasik müzik parçaları her zamankinden daha uzun geldi o gün bize. Mektubumuz spikerin elinde olmalıydı. Sesi yer yer titreyen yaşlı kadın bizim mektubumuzu okumaya başlayınca nefesler tutuldu. En heyecanlı kısmı spikerin dudaklarından isimlerimizin bir bir dökülmesiydi. Bir hafta önce aynı salonda kâğıda yazılan isimlerimiz; bir hafta sonra radyo spikerinin dudaklarından tüm ülkeye anons ediliyor, radyodan salona yayılıyor, evdeki herkes kendi ismini duyunca gurur ve heyecan dalgasına kapılıyordu. Hepimizin adı okunduktan sonra sıra geldi son isme. İsteği yapanın bir kedi olduğundan habersiz spiker son ismi de aynı ses tonuyla okudu: …Ve Nazlı Beyazlar.
Suç ortaklığımızı, son derece ciddi bu programı, aynı derece ciddiyetle, kendimizce yanıltmış olmanın heyecanını ve keyfini hiç unutmadım.
Ana görüntü, kaynak.
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Çocukluğumda TRT televizyonunda Hikmet Şimşek’in sunumuyla başlayan pazar konserlerini izleyişimiz geldi aklıma: Klasik müziği bildiğimizden değil, öğretmen olan annem ve babamın dört ve beş yaşında iki çocuğuyla o anı paylaşıyor olması, sonrasında konseri yorumlattmaları bize… O evin kokusu bile geldi burnuma. Sağolsun Nazlı Beyazlar!