On, on bir yaşındayım. Babam tır şoförlüğü yapıyor ve bazen gittiği ülkelerden eve eşyalar getiriyor: kadehler, vazolar, tabaklar… Bir seferinde, porseleninin içinde pirinçler olan bir kahve ve pasta seti getirdi. Sanırım set İran’dandı ama Çin motifleri, renkleriyle bezeliydi.
O zamanlar bir karıştırma merakı içindeyim, kendime engel olamıyorum. Üstten kaset konan teyp getiriyor babam, evde yalnız kaldığım anda ilk işim elime tornavidayı almak, teybi açıp içine bakmak oluyor. Radyo getiriyor, onu da söküyorum. Monte edilmesi gereken bir eşya geliyor, kimseye bırakmadan ben yapıyorum. Bir seferinde çok havalı, mobilyalı Pioneer marka müzik seti almıştı babam. Annemin bu setle ilgili bana ettiği ilk laf şu olmuştu: “Bunu sökmeye kalkarsan çok fena olur bak!”
O zamanlar porselen başlıklı elektrik sigortaları vardı evlerde. Sigorta atınca içine tel sarılır, tamir edilir, yuvasına takılırdı. Ben yapacağım diye atılırdım hemen, annem de bazen izin verirdi. Sigortayı yerine taktığımda, ortalık aydınlanınca sanırsın ki elektriği ben bulmuş, eve getirmişim. Öyle büyük bir heyecan yaşardım.
İşte bu merak babamın getirdiği fincan takımı için de devam ediyordu. Takım çok güzeldi ama kutusu her şeyden güzeldi. Büyükçe, kırmızı, kadife bir kutu. Bu takımı istediğim gibi kurcalayamıyorum çünkü annem de bu kutunun içindekileri çok beğeniyor, başlarına bir şey gelmesin diye de gözü gibi koruyor, takımı kullanmıyor bile.
Bir gün evde yine yalnızım, aklım yatağın altında duran fincan takımında. Gittim, kutuyu açtım, fincanları, tabakları tek tek çıkardım, hepsine baktım, hepsini inceledim. Tabakları, fincanları ışığa doğru tutunca içindeki pirinçlerin olduğu yerler daha şeffaf görünüyor ve ışığı geçiriyordu. İnanılmazdı bence! Pilav olarak gördüğüm, yediğim pirinçler o porselene dekoratif olarak girmişti. Oraya koymayı nasıl akıl etmişlerdi? Tek bir şey yapmak için bildiğiniz bir malzemenin bambaşka amaçla kullanımı beni çok etkilemişti. Desenleri nasıl çizmişlerdi, hepsi aynı mıydı, aynı görünse de farkları var mıydı? Hepsine tek tek baktım. İncelemem bitti, her aldığımı kutuya geri koydum. Yatağın altına koymak için yere indirirken olan oldu! Kutu elimden kaydı ve düştü. Öylece dakikalarca kala kaldım!
İçini açıp bakmaya korkuyordum. Kırıldı mı, hepsi mi kırıldı, ne kadarı kırıldı, nasıl kırıldı acaba?
Sonunda baktım. Alttakiler kırılmış sahiden, bazıları iki, üç parçaya ayrılmış. Hiçbir şey belli etmeden kutuyu kapatıp yerine koydum. Annem yalnızca bir komşu ya da misafirler geldiğinde bu takımı çıkartıp gösterdiğinden o zamana kadar güvendeyim. O gün ne kadar süre sonra geldi, hatırlamıyorum ama bir gün kutu ortaya çıktı. Annem gururla kutuyu açtı ve şoka girdi! Ne olduğunu benden başka bilen yok, benden de ses yok.
Saatler süren şaşkınlığın ardından, genelde sebepleri-çözümleri akılcı olarak bulmayı tercih eden annem bu kez tam tersine tüm takımın güzelliğinden dolayı durduğu yerde kırıldığına ve bunun nazar sonucu olduğuna kanaat getirdi. Annem mutlaka düşünmüştür çocuklarından birinin bu işe karışmış olabileceğini, ama belki de kutuyu kaldırabileceğimize ihtimal vermedi. Oysa merak kediyi öldürür derler, aynı merak kutuları da kaldırabilir.
Ana görüntü, takımdan hayatta kalmış bir parça.
Fotoğraf: Dide Deniz
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Çocukluk merak i,ne güzel anlatmiss
Bu takımın aynısı annemde de var🙈🖐🏻
Öğretmenlerin, ana-babaların en önemli görevlerinden biri çocuklardaki merak duygusunu geliştirmektir bence. Bizde çoğu zaman tersi olur, çocuğun merakını öldürürüz. Bu sevimli anının ebeveynleri bu konuda düşündüreceğini umuyorum. Elinize sağlık.
Pingback: Güçlü Olmak - Şenlik