Ankara’da üniversitede tanıştık, benden bir dönem üstte okuyor. Uzaktan bakıyorum, ne acayip kız! Sapa sağlam duruyor, ne yapıyor da öyle görünüyor?
Hiç bir şey!
Bölümde dersliklerin olduğu koridordan geçtiğinde kimler bilmem ama ben mutlaka bakıyorum yürüyüşüne. Uzaktan uzağa süren karşılıklı ilgimiz, derine giden bir arkadaşlığa evriliyor sonunda. Yıllarca aynı evde kalıyoruz, beraber eğlenmeyi öğreniyoruz. Üzüntüler gelip geçiyor, sonra eğleniyoruz, sonra işler ters gidiyor, sonra yine eğleniyoruz. Gençliğin çiğ halleri, çocukluğun son günleri, yetişkinliğin ilk dönemleri beraber geçiyor.
Eskişehirli. Arada eve gidiyor, evden yollanan harçlıkları biriktirip küçük altın alıyor. Dönem sonunda eve cebinde küçük altınlarla dönüyor. Bana yollanan harçlıklarsa suyunu bir hafta içinde çekiyor. Güya bana bütçe yönetimi öğretiyor. Öğretemiyor ya, ama çabalıyor.
Yalan bilmiyor. Yalan onuruna dokunuyor, en ufak bir yalan bile incitiyor onu. Hukuk kuralı gibi yalan atmamak. Atsa kendi hapsine düşecek. 22 yaşındayız, bende her türlü insanı görmüş olmak gibi tümüyle mesnetsiz bir özgüven. Onun gibi biri hariç, onun gibi birini görmemişim. Savrulmuyor, yalpalamıyor!
Üniversite bitti ayrıldık. Tayini çıktı Antep’e. Ben İstanbul’da işe başladım. Cep telefonu yok, e-posta yok. Efendi gibi telefonlaşıyoruz arada bir. Telefonların arası açılıyor zamanla.
Üç konuşma hatırlıyorum. Birbirinden akılda kalıcı üç konuşma bu dönemden.
Birinde okulda tanıştığı kimya öğretmeni ile evleneceğini söyledi. Dört ay olmuş tanışalı. Karşı çıkıyorum. Neden? “Daha çok zaman geçir, az daha tanı.” “Tanıdığım kadarı yeter” diyor. Haftaya nikâh varmış. Telefonu kapayınca düşünüyorum: Başka birisi olsa bunun bir hata olduğuna eminim. Ama Belkıs hata yapmaz kolay kolay. Nasıl bir güven vermişse. Vardır bir bildiği.
İkinci konuşma o bir hastane odasındayken. Evlendikten hemen sonra taşındıkları evde bir küvet varmış. Belkıs, tuz ruhu, kezzap, çamaşır suyu (ya da hepsini birden aynı anda hatırlamıyorum,) kullanarak küvete girişmiş. Ciğerleri perişan, kaç gün olmuş hastanede yatıyor. Bilinmeyen numaralardan Antep Devlet Hastanesi’nin numarasını al, endişe ile ulaşmaya çalış. Refakatçisi açıyor telefonu. Arkadaşıymış. İçim burkuluyor. İşte benden başka arkadaşları oluyor.
Konuşamadığını söylüyor bu arkadaş. Belkıs yandan el işareti yapıyor, alıyor ahizeyi, kulağına dayıyor, hırıltılı bir ses. Benim soracağım tek soru var:
–Küvet temizlendi mi Belkıs, güzel oldu mu?
Hırıltılı sesin güldüğünü zar zor seçiyorum.
–Mis gibi oldu.
Üçüncü konuşma yaklaşık bir sene sonra. İş yerime gelen telefon. Eskişehir’den aradığını söylüyor. Yeniden tayin edilmek için başvurmuş bakanlığa. “Tayin bekleyeceğim bakalım ne kadar sürecek!“ diyor. Boşanma davası açmış, dava bitene kadar anne, babayla kalacak. Yedi aylık hamileymiş. Yaşımız 26. Bilmem o saate kadar bu denli afalladım mı!
-Çocuk ne olacak? Ciddi misin? Boşanma olmadan olur mu acaba, hani çocuk da oluyorsa.
Kestirip atıyor.
-Boğazıma sarılıp, duvara dayadı beni. Dahası yok, ben bakarım çocuğuma. Öyle bir evde büyümesindense benimle büyüsün.
Uzun bir sessizlik aramızda.
Biliyorum bakarsın, on çocuğa bakarsın bir başına. Koridordan geçişin de bir tuhaftı zaten. Çocuğa olanı biteni de yalansız dolansız anlatırsın, babasını kötülemeden. Ne olduğunu, nasıl hissettiğini, kızının yaşı, dünyası büyüdükçe kavrayabileceği halini, kavrayabileceği biçimde anlatırsın. O tereddütsüz, müdanasız halinden, verdiği kararın kesinliğinden, seçtiğin kelimelerden, seni tanıdığım kadarından bilirim. Dediklerinin hepsinin arkasında durursun.
O bocalamıyor, gücü karşısında ben bocalıyorum. O ne dediğini biliyor, ben bilmiyorum. O korkmuyor, ben korkuyorum. Savrulmadan, yalpalamadan büyütüyor kızını.
Koridordan geçip duruyor Belkıs, gülümseyerek bakıyor etrafa, sapasağlam.
Ana görüntü: MSÖ – Bca.
Bu eser Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Gençliğin çiğ halleri, çocukluğun son günleri, yetişkinliğin ilk dönemleri beraber geçiyor. Kimin hayatında yok öyle biri..